Kişiye özel beslenme programı, genetik (genlerimiz) ve epigenetik (genlerimizin “uyur” veya “uyanık” olduğu) özellikleri dikkate alan bir program olup herkes için ayrı ve kişiye özel bir sağlıklı beslenme imkanı sağlamaktadır. Bu beslenme yönteminde kişi bünyesinin ihtiyacı olan gıdaları almaya devam etmekte, kendisi için zararlı olan gıdalardan ise uzak durmaktadır. Diğer beslenme programlarından farklı olarak bu program geçici değil hayat boyu sürdürülebilecek bir uygulamadır.
Kişiye özel beslenme programında en önemli genetik özellik kan grubudur.
Kişiye özel sağlıklı beslenmede kan grubunun önemi nedir?
Kan grubuna göre beslenme 1980’lerde Dr. James D’Adamo tarafından uygulanmaya başlanmış ve daha sonra oğlu Dr. Peter J. D’Adamo tarafından bilimsel dayanakları da ortaya konarak geliştirilmiş bir yaklaşımdır.
Kan grubumuzu belirleyen moleküllere “antijen” (İngilizce antibody generating kelimelerinin kısaltılmış hali) denmektedir. Tükettiğimiz gıdalarda bulunan bazı proteinler, kan hücreleri üzerinde bulunan bu antijenlere yapışarak kan hücrelerinin çökelmesine yol açar, bu şekilde bağışıklık sistemimizin zayıflamasına sebep olur. Her kan grubu için buna yol açan proteinler farklıdır. Örneğin mercimekte bulunan bir protein B, AB ve 0 grubu kan taşıyanlara zarar verirken A grubuna dostça davranmaktadır. Buna karşılık domates A ve B için 0 ve AB’ye göre daha sakıncalıdır. Gıdalarda bulunan ve lektin adı verilen bu proteinlerin kan gruplarına etkisi ile ilgili kapsamlı bir sınıflama 1940’ların sonunda yapılmıştır (William Clouser Boyd).
Kan grubu başka ne gibi farklılıklara yol açar?
Kan grubu sindirim faaliyetlerine de etki yapmaktadır. Araştırmalara göre mide asidi salgısı en yüksek grup 0 grubudur, daha sonra sırasıyla B ve AB gelmektedir. A grubu ise en düşük mide asidi seviyesine sahiptir. Bu nedenle A’lar kırmızı eti sindirmekte çok zorlanırlar, 0 grubu ise kırmızı eti kolaylıkla sindirebilir. Keza süt ve süt ürünleri konusunda A’lar ve 0’lar dikkatli olmak durumundadır, sütte bulunan laktoz sindirim sırasında galaktoz’a parçalanır, galaktoz ise B grubu antijenidir, yani 0 ve A’nın “düşman” saydığı bir moleküldür. B ve AB’ler ise aynı nedenle süt ürünlerinden azami yarar sağlarlar.
Epigenetik özellikler nedir?
Epigenetik son yıllarda giderek önemi daha iyi anlaşılan bir konudur. Kısaca özetlemek gerekirse epigenetik, sahip olduğumuz genlerin hangilerinin aktif hangilerinin pasif olduğunun çevresel (beslenme, toksinlere maruz kalma, egzersiz vb) etkilerle belirlenebildiğini ifade eder. Bir tür “kodlama” diyebileceğimiz bu “genlerin aktif ya da pasif” olması durumu, embriyonal dönemde bebeğin anne aracılığıyla nasıl bir dünyaya geleceğine ilişkin sinyalleri algılaması ve ona göre bir gelişim göstermesiyle ortaya çıkmaktadır. Embriyonal dönemde edinilen epigenetik kodların kalıtsal olduğu ve bir sonraki nesle, hatta ondan sonra gelen nesle geçebildiği kanıtlanmıştır. Yani bizler annemizin, anneannemizin hamilelik dönemindeki beslenme ve diğer çevresel etkilerinin avantaj ve dezavantajlarını sürdürmekteyiz, ve aynı zamanda babamızın dedemizin kodlarını da taşımaktayız.
Epigenetik özelliklerimiz ile beslenme arasında nasıl bir bağ kuruluyor?
Epigenetik özellikler kişinin fiziki özelliklerine yansımaktadır. Örneğin parmak izleri epigenetik özelliklere göre belirlenir. Genetik açıdan tıpatıp aynı olan tek yumurta ikizlerinin bile parmak izleri farklıdır. Çeşitli biyometrik ölçümlerle (gövde bacak oranı, yüzük parmağı işaret parmağı uzunlukları, uyluk kemiği kaval kemiği oranları vb) kişinin epigenetik açıdan sahip olduğu özellikler bulunmaktadır. Beslenme ve çevresel etkilerin bu özelliklere göre doğru düzenlenmesi, olumsuz epigenetik etkilerin önlenmesi, olumlu etkilerin ise desteklenmesini sağlamaktadır. Kısacası, genlerimize ve kodlarımıza uygun beslenme, sağlıklı egzersizler, toksinlerden uzak durmak yoluyla olumsuz epigenetik etkilerin geri döndürülmesi yani zararlı bir genin “uyutulması”, faydalı bir genin aktif hale getirilmesi mümkündür. Basit bir örnek vermek gerekirse, mesela kanser hücresi oluştuğu zaman ilk işi tümör baskılama geni ve hücrenin doğal ölüm genini uyutmaktır, böylece ölümsüz hale gelip sonsuz çoğalarak bünyeyi ölüme götürmeye yolaçar. Buna karşılık yeşil çay bu iki geni uyandırarak kanserli hücrenin baskılanmasını ve ölümünü sağlar. Dolayısıyla yeşil çay anti-oksidan özelliği yanında güçlü bir anti-kanserojendir.”